.
Bin dokuzyüz yetmişli yıllarda Türkiyede fotoğrafta tür kavramı yerleşmemişti. Fotoğrafçılık kamusal ve belgesel kullanım alanlarının dışında kendini tanımlayamıyordu. Düğün fotoğrafçılığı, basın fotoğrafçılığı, belge ve belgesel amaçlı kullanılıyordu.
Türkiye endüstrileşen dünya ile birlikte sanayileşerek seni üretime geçti. Fabkrika ve yan sanayi sektörlerinin ürünlerini pazarlama ihtiyacı doğdu. Bu süreç reklam fotoğrafçılığı ihtiyacını doğurdu.
Bu dönemde babam kendi ekonomisi için “reklam fotoğrafçılığı”, âşık olduğu ülkesinin güzelliklerini tanıtma adına “peyzaj fotoğrafçılığı” yaptı. Reklam fotoğrafçılığı alanında özel ışıkları, filtreleri, büyük format makinalarıyla ürün çekti. Ürün tanıtımı konusunda grafik ve resim alanındaki akademik bilgisini fotoğraflarına yansıttı. Bunlar ticari çekimlerdi ve arz bu yönde idi. Bu süreç içinde asla kendi disiplininden taviz vermeden diğer bir tür olan, onun gerçek aşkı peyzaj fotoğrafçılığını devam ettirdi. Bu aşkın öznesinde ülkesi Türkiye vardı.
Kusursuz ve titiz zanaatkârlığı ona çekim sırasında veya baskı aşamasında önemli bir yetkinlik verdi. Sıtkı Fırat’ın fotoğrafları yanlıdır. Onun kodlaması göz ve görmeye dair izlenimcilik akımı gibi, bazen de ekspresyonizm gibi kendi düşselini yaratmış olarak karşımıza çıkar. Fotoğrafları izleyiciyi aldatmayı asla düşünmemiş var olan gerçekliğin içinden rüyayı kadrajına sokmuştur. Görülesi, gidilesi, hayal edilesi bakmaya değer cennet mekânlar…
Diğer taraftan, görülmeye değer beldeleri keşfedip, onları farklı ışık ortamlarında ve iklimlerde fotoğraflayarak ana tanıklık yapar. Kendi gözü üzerinden bu gerçekliği toplumun diğer kesimlerine aktarır… Onun kitaplarında yer alan fotoğrafları güçlü grafik öğelerle desteklenmiş ifadeye sahiptir.
Diğer fotoğraf disiplinlerinde de pek çok örnek veren babamı birlikte çıktığımız gezilerde anmak şimdi çok daha anlamlı hale geldi. Araştırmacı yapısı ve çekilmemişi çekme çabası, onu sonu gelmez yerel sorgulamalara, kır köy kahvesi sohbetlerinin odak noktasına koyardı. Bu sohbetlerin sonunda çekim yapabileceği yeni yerleri keşfederdi. Sadece Türkiye sathında bir milyon beş yüz bin kilometre!
Anadolu’nun zor coğrafik şartlarında arabası ile giderdi genelde. Bu uğurda atlattığı kazalar, büyük tehlikeler… Her yolculuğu bir roman gibi daktilo başında aylarca yazılabilir.
Birlikte pek çok seyahate gittik, izlemeye doyum olmaz ama yolculuk da bitmezdi. Yol üzerinde göremediğimiz ya da görüp farkında olmadığımız o kadar çok şey bulurdu ki fotoğrafını çekecek. Bundan âlâ doğa atölyesi olmazdı. Bu günün pek çok fotoğrafçısı/fotoğraf sanatçısı onunla birlikte gittiği gezilerde ondan örnekler almış tarz oluşturmuştur.
Doğru bildiğini söylemekten asla çekinmeyen, aykırı, muhalif fakat muhalefeti bilime ve nedenlere dayanan sevgi dolu bir insan; becerikli, aşçı, ressam, eğitmen, zanaatkâr, usta ve onu tek kelimeyle tanımlayacak olan kelime SANATÇI. Aklıma gelen ve bana ayrılan yer kadarını söyleyebildim.
Benim ergenliğim öncesini ise, sohbetlerden ve hayatını yazdığı “Fotoğrafın Ardında 65 Yıl” adlı kitabından öğrenmek en iyisi.
Aykut Fırat